3 Ekim 2010 Pazar

Bir Yol Hikayesi

Uzunca bir süreden sonra ilk defa tren ile yolculuk yapıyorum. Üç arkadaş Maryland eyaletinde düzenlenen bir konferansa katılmak üzere yola çıktık, Washington DC üzerinden aktarma ile toplamda 4 saat civarı bir yol bekliyor bizi. Bu sayede tren ile yolculuk yapmayı ne kadar sevdiğimi hatırladım ve hazır yapacak daha iyi bir işim de yokken bir gezi yazısı kaleme almaya karar verdim. Zaten işlerin yoğunluğu ve kalan zamanın çoğunun Diablo 2 oynayarak geçmesi yüzünden uzun bir süredir yeni yazamamıştım, bu vesileyle sayfa da güncellenmiş olsun. Zira olmayan takipçilerimi merakta bırakmak şu dünyada en son isteyeceğim şeydir.

Tren yolculuklarını oldum olası sevmişimdir. Ucuz, güvenli ve çevre dostu bir ulaşım şekli olmasına ilave olarak alternatiflerine göre de çok daha rahat ve zevkli bence. Mesela en nefret ettiğim seyahat şekli olan uçak ile karşılaştıracak olursak en başından havaalanına ulaşım derdi, kalkış saatinden bir saat önce havaalanında bulunma zorunluluğu; bavullar için ayrı, güvenlik kontrolu için ayrı, araca binmek için ayrı sırada bekleme, güvenlik kontrolu sırasında onu tak bunu çıkar yapılması gibi dertler yok. Tren istasyonuna ulaşmak hiç zor olmadı, yarım saatten biraz daha fazla bir yol gittim. En yakın havaalanı olan Newark havaalanına gitmem en az 1.5 saat sürer, hele JFK havaalanına gitmek ölüm gibi bir şey. Temkinli yapıda bir insan olduğum için, biraz da trende iyi yer kapma umuduyla bir saat öncesinden istasyonda hazır bulundum, ama mesela tren kalkış saatinden 20 dakika kadar önce gelen arkadaşımız bile en ufak bir problem yaşamadı. Güvenlik kontrolu, bavulları teslim etme diye bir şey zaten yok trende. Uçağa binerken kemer, saat gibi eşyaları çıkarttıkları yetmiyor, bir de ayakkabınızı çıkarttırıyorlar Amerika'da. Dertler uçağın içine binince bitse gene iyi, bu sefer de telefonların kapatılması, kalkışta ve inişte bilgisayarların, müzik çalarların kapatılması, koltukların ikide bir dik konuma getirilmesi gibi sinir bozucu uygulamalar başlıyor. Son olarak maalesef bu yolculuk için geçerli değil ama genel olarak tren yolculuklarında koltuklar uçağa kıyasla çok daha geniş ve rahat olur. Bu sefer üç kişi olduğumuz için ve beraber oturmak istediğimiz için tek seçeneğimiz birbirine bakan dörtlü koltuklar oldu, o yüzden bacaklarımız için fazla yer kalmadı. Bir önceki seferde ayaklarımı öndeki koltuğa değdirebilmek için tamamen uzatmam gerektiğini hatırlıyorum. Her şeye ramen, şu sıkışık haliyle bile bir kaç saati aşmayan mesafelerde treni kesinlikle uçağa tercih ederim. Hatta acelem yoksa çok uzun yolculuklarda bile treni düşünebilirim. Nasıl olsa elektrik prizi var; bağla bilgisayarını, yol boyunca film izle dur.

Türkiye'deyken uzun yolda tren ile yolculuk yapma fırsatı pek bulamadım. Genelde şehirlerarası yaptığım yolculuklar İstanbul-Antalya arasında olurdu ve maalesef İstanbul'dan Antalya'ya giden bir trenimiz yok. Dolayısyla eğer araba ile gitmiyorsak ya otobüse binerdim, ya da sevmeye sevmeye uçağa binmek zorunda kalırdım. Sadece bir kere, babamla birlikte İstanbul-Çanakkale arasında tren ile seyahat ettik. Babamın liseden arkadaşlarının düzenlediği bir organizasyon çerçevesinde bir vagonun bütün kompartmanları bize ayrılmıştı, oldukça zevkli ve konforlu bir seyahat olmuştu. Onun dışında Türkiye'de tren ile alakam banliyö trenleri ve metro ile sınırlı kaldı.

Amerika'da ise bundan önce iki kere uzun yolda trene bindim. Bu yolculukların ilki, bir yılbaşı dönemi halamları ziyaret etmek üzere New York-Cincinnati arasında oldu. Yol toplamda sanırım 19 saat civarı sürmüştü, ama sıkıldığımı veya bunaldığımı hiç hatırlamıyorum. Gece vakti, milletin yılbaşı (daha doğrusu noel) dekorasyonlarını seyrede seyrede gittim yolun çoğunu. Bahsettiğim gibi koltuklar geniş ve rahattı, dahası yanimdaki koltuk da yolculuk süresince boş kaldı. Uçaktaki gibi abuk sabuk insanlarla alt alta üst üste seyahat etmek zorunda kalmadım. Tek problem şuydu ki tren aslında New York-Chicago arasında çalışan bir tren olduğu için kalkış ve varış saatleri bu iki şehir göz önünde bulundurularak yapılmıştı, dolayısıyla Cincinnatiye gecenin çok geç saatlerinde varabildim. Benim için olsa gene sorun değil ama beni tren istasyonundan alıp dönüşte istasyona bırakan ve sonraki günler sabah erkenden işe gitmek zorunda olan halama biraz zorluk oldu.

İkinci trene binişim ise New York – Boston arasında gerçekleşti. Sebeb-i ziyaretim bu sefer kuzenim ve eşi ile bir araya gelip kuzenimin yeni doğan çocuğunu görmekti. Halam ve babaannem de o sırada Boston'daydı, hatta dönüşte babaannem de benimle birlikte geldi. Bu yolculukta da Amerika tren ağının en üst model trenlerinin çalıştığı "Acela Express" hattını deneme fırsatı buldum. Bu hat sadece New York - Washington D.C. ve New York - Boston arasında çalışıyor. Diğer trenlere göre daha hızlı ama "hızlı tren" tanımlamasını hak edebilecek bir hız değil, yolculuk süresini konvansiyonel trenlere göre sadece %20 azaltabiliyor, hatta o kadar bile değil. Ama konfor bakımından kesinlikle hiç bir eski tip tren bunlarla yarışamaz.

Yazıya trende başladım ama bitirmesi eve döndükten bir kaç gün sonrasına kaldı. Washington'a vardıktan sonra otele gitmeden önce şehrin görülmeye değer yerlerini hızlı bir şekilde görmeye karar verdik. Konferans bir sonraki gün başlayacağı için otele gitsek de odalarımızda pineklemekten başka bir şey yapacağımız yoktu, böyle iyi oldu. Senato binası, Washington anıtı, Lincoln anıtı, Beyaz Saray gibi şehrin ilk akla gelen mekanlarını görme imkanı bulunduk. Pentagon bu saydıklarıma göre biraz alakasız bir yerde kaldığı için onu boşverdik. Gördüklerimiz arasında en çok Washington anıtını beğendim. Bu şehir söz konusu olduğunda en klasik (ve klişe) fotoğraf karesidir havuzun arkasında yükselen anıt, buna rağmen bu manzarayı kendi gözlerimle görmek etkileyici oldu. Bu anıtlar dışında bol bol da resmi bina gördük, eğitim bakanlığından tutun da Kızılhaç'a kadar. 5 saatlik bir tur ile bu sonuca varmanın doğru olmadığının farkındayım, ama açıkçası bende bu şehirde anıt, müze ve resmi bina dışında pek bir numara olmadığı izlenimi oluştu. Vardır mutlaka restoranların ve gece hayatının olduğu canlı bölgeler ama maalesef bize denk gelmedi.

Hava karardıktan sonra D.C.'den ayrılıp otele doğru yol aldık. Konferansın ve haliyle otelin bulunduğu kente metro ile şaşırtıcı derecede hızlı bir şekilde ulaştık, ya da en azından her gün ders vermeye 1.5 saat yol giden bir insan evladı olarak ben şaşırdım. Kente vardıktan sonra üçümüz de yorgunluktan ölür vaziyette olduğumuz için hemen odalara çekildik. Ertesi gün, ilk konuşmadan önce şöyle bir gezme imkanı bulduğum, konferansın düzenlendiği mekan olan Maryland Üniversitesi'ni çok beğendim. Hatta burayı gördükten sonra aynı bu tip bir okul olan Indiana Üniversitesi'ni geri çevirip New York'a gelmek acaba bir hata mıydı diye düşünmeye başladım.

Konferans çok keyifli geçti; hem bir süredir görmediğim insanları görme, hem de yeni insanlarla tanışma olanağı buldum. Bu konferans, benim çalıştığım konuya yakın bir konuda çalışan, oldukça ünlü bir matematikçinin 60. yaşgünü onuruna düzenlenmiş bir konferanstı. Dolayısıyla ikinci gün konuşmalardan sonra bir yemekli bir kutlama yapıldı. Katılımın opsiyonel olduğu bu kutlama için verdiğim 20 doları ve akşamları içtiğim içkilerin paralarını saymazsak beş kuruş para da çıkmadı cebimden bu konferans için; daha doğrusu çıktı ama yaptığımız harcamaların sonradan bize iade edileceğine dair söz aldık. Bu mesleğin en sevdiğim yanlarından biri de bu konferanslar. Bir kaç günlüğüne de olsa yemek pişirme, bulaşık yıkama, ortalığı toparlama¹ gibi dertlerden uzaklaşıp rutinin dışına çıkma olanağı sunuyor. Ayrıca dönem başından beri aşırı yoğunluk nedeniyle içinde en ufak çalışma isteği bulunmayan bendenize büyük motivasyon oldu bu konferans.

Konferans bitip de sıra dönüş yolculuğuna geldiğinde, maalesef, her şey gidiş yolculuğunda olduğu gibi pürüzsüz geçmedi. Bir kere, yorgunluktan ve uykusuzluktan iki saat kadar beklemeyi göze alamayıp biletimizi erkene aldırdık. Bu sebeple, konferansın bize ulaşım için verdiği bütçeyi biraz aşmış olduk. Cebimizden para çıkmış olması çok problem değil ama toplamda ödediğimiz para yukarda bahsettiğim Acela Express hattının ücretine yaklaştı. Böyle olacağını bilsek, en başından çok az bir fark daha ödeyip lüks trenlerde konforlu bir seyahat yapabilirdik. Bunun dışında, diğer vagonlarda yer kalmadığı için sessiz vagona binmek zorunda kaldık. En başta bahsetmeyi unuttum ama gidiş sırasında da aynı şey oldu, doğru dürüst muhabbet edemedik arkadaşlarla yol boyunca. Son olarak, dönüşte trenin lokomotifinin ön camınına isabet eden bir objenin camı kırması nedeniyle bir saate yakın bir süre beklemek zorunda kaldık. Bunlar dışında bir aksilik olmadı, gerçi daha da ne olsun ki. Önceki gece çok geç yatmış olduğum için yolculuğun çoğunu uyuyarak geçirdim, yazıyı bitirme işinin eve kalması da biraz bu sebepten. Newark Penn istasyonuna geldiğimizde arkadaşlara veda edip trenden indim, onlar New York Penn istasyonuna kadar devam ettiler. Pazar günü olması nedeniyle metronun kalkmasını bekledim epeyce bir süre, ama kalktıktan sonra aşağı yukarı yarım saat içinde eve vardım.

Toparlayacak olursak gezi, eğlence ve matematik dolu bir hafta sonu geçirdim. Uzun bir zamandan sonra tekrar en sevdiğim taşıma aracı olan tren ile yolculuk yaptığım için mutlu oldum. Sanırım hala da mutluyum.


¹Evde ortalığı toparlamıyor olmam bunu kendime dert etmediğim anlamına gelmez :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder