Evdeki telefon hattında meydana gelen bir takım problemler yüzünden bir süre internet bağlantım koptu. Son bir ay içinde aynı problemi iki kez yaşadım. Böyle giderse, Verizon zoru başarıp dandik internet hizmeti konusunda TTNet ile yarışır duruma gelecek. Teknik servise haber verdim ama tamirci belirlenen tarihten iki gün önce, bir Cumartesi günü geldi. Kapıcı da Cumartesi gezmesine gittiği için evin telefon kablolarının bulunduğu kısıma giremedik. Erken gelen tamirciye mi gıcık olursun, doğru dürüst İngilizce konuşamadığı için telefonda derdimi anlayamayan kapıcıya mı kızarsın yoksa o kadar söylemeye rağmen, eşya depomuzun ve telefon tesisatının da içinde bulunduğu, binanın bodrum bölümünün anahtarını çoğaltıp dairelere dağıtmayı ihmal eden apartman yönetimine mi sinirlenirsin. Oturup internetin düzelmesini bekleyeceğime yazacaklarımı bir dosyaya kaydedip internet geri döndüğünde yayınlamaya karar verdim. Daha sonra internet bağlantısı düzeldi, ama bu sefer de okulların açılması ve benzeri bir sürü iş ile uğraştığım için bu yazıyı yayınlamam uzun sürdü. Bu aksaklıktan dolayı kendimden ve olmayan takipçilerimden özür diliyorum.

Bizim nesil bilgisayarların ilk icadına pek yetişemese de yaygınlaşmasına ilk elden şahitlik yapmıştır. Eskiden sadece bankalarda, üniversitelerde, bir de filmlerde gördüğümüz bilgisayarlar şimdi hepimizin evinde. Televizyona bağlanan, kasetlere kayıt yapan, kullanmak için BASIC programlama dilini bilmeyi gerektiren bilgisayarlardan avcumuzun içine sığan bilgisayarlara geldik, gelişmeler de tüm hızıyla devam ediyor. Geçenlerde çok eski bir oyun bana o oyunu ilk oynadığım bilgisayarımı hatırlattı, bunun üzerine bu konuda bir yazı yazmak gerekir diye düşündüm. Şu ana kadar ne çeşit bilgisayarları kullanmış, bu bilgisayarlarla neler yapmışım; gelin hep beraber inceleyelim.

Hayatımda gördüğüm ilk bilgisayar sanırım babamın Sinclair marka ZX-Spectrum model bilgisayarıdır. Daha ilkokula bile başlamamıştım bu bilgisayar alındığında. Çalıştığı zamanları çok az hatırlıyorum, hayal meyal babamla Breakout¹ veya ona benzer bir oyun oynadığımız bir sahne var aklımda. Bozulduktan sonra çok gördüm ama, o yüzden şekli şemali tamamen aklımdadır. Bilgisayar dediğim de bu arada kasa falan yok, sadece klavye; yukarda bahsi geçen görüntü için bir televizyona ihtiyaç duyan bilgisayarlardan biridir bu. Bu açıdan Commodore 64'leri çağrıştırıyor, hatta büyük ihtimal bu bilgisayarın da 64 kilobayt (veya daha az) hafızası vardır². Commodore 64'den farkı, kaset yerine küçük kartuşlara kayıt yapardı, bilgisayara bağlanan ayrı bir kartuş okuyucusu vardı. Gerçi sanırım kasete de kayıt yapabiliyordu, babamın kasetçaları bilgisyara bağladığını hatırlıyorum. Kartuşlar da zaten kasetlerden çok farklı değildi, sadece küçüktüler. Kullanmak için BASIC bilmek gerekiyordu, en azından kasetten veya kartuştan bilgileri okuyup çalıştıracak kadar. Bu bilgisayarın kasası (yani klavye kısmının kasası) siyahtı ve kenarlarında gökkuşağı renklerinde şeritler vardı, tuşları da kavuçuk gibi yumuşaktı. Alındıktan bir iki sene sonra bozuldu diye bir kenara konmuştu bu bilgisayar, uzunca bir sure durdu o şekilde. Belki kartuş okuyucusu hala duruyordur İstanbul'da bir yerlerde.
Bu bilgisayardan sonra ilkokul sonuna kadar eve bilgisayar alınmadı, ama bu o arada bilgisayar ile haşır neşir olmadığım anlamına gelmez. Babam o zamanlar Kabataş'ta bulunan Tam Tıp diye bir klinikte yarı zamanlı çalışırdı. Ara sıra babamla buraya gittiğimizde, babam bana burdaki bilgisayarlarda oyunlar açardı. Ne oynadığımı tam olarak hatırlamıyorum ama 5.25 inçlik disketlerden yüklediğimizi hatırlıyorum oyunları. Hatta bazen başka doktorların çocukları da olurdu, o zaman disket bir o bilgisayara bir bu bilgisayara giderdi oyunun yüklenmesi için. Oyunun ortasında bilgisayar disket istediğine gore büyük ihtimal bu burdaki bilgisayarların sabit diski yoktu. İşlemcileri, hafızaları hakkında ise en ufak bir bilgiye sahip değilim. Tahminen 8086 falandır herhalde. DOS'un erken sürümlerinden biri ile işletirdik bu bilgisayarları.
Babam daha sonra Tam Tıp'dan ayrılıp kendi muayenehanesini açtı ve rapor yazıp hesap tutmak için bir bilgisayar aldı. Sanırım 80286 falandı bu bilgisayar; ekranı monokrom, hafızası da 1 megabayt ya var ya yoktu. Best diye bir markaydı. Gene 5.25 inçlik disketleri okurdu, ama sabit diski de vardı. Sonradan ise 3.5 inçlik disket okuyucusu da takıldı bu bilgisayara. O zamanlar Windows'tan falan haberimiz yok, hatta bilgisayarın faresı bile yoktu. DOS 4.0 vardı sanırım işletim sistemi olarak, daha sonradan 5.0 sürümüne yükseltilmiş olsa gerek. Bilgisayar kullanmayı herhalde ilk bu bilgisayarda babamı seyrederek öğrenmiştim. Başlarda her seferinde oyunları babama açtırırdım ama zamanla kendim bilgisayarda yolumu bulabilecek kadar öğrendim bir kaç komut. Oynadığım oyunlar arasında ilk aklıma gelen Alley Cat diye bir oyun. Bunun dışında Gorilla, Donkey Kong, Hard Hat Mack, Paratrooper gibi oyunları da oynamışlığım var, hatta belki bunların bazılarını Tam Tıp'da da oynamışımdır. En net hatırladığım oyunlar ise o zamaların çılgınlığı Tetris ile Leasure Suit Larry'nin komutları yazarak oynadığınız versiyonu. Larry'nin resimlerini ekleyebilmek için oyunu indirdiğimde oyun ile ilgili unuttuğum bir çok detayı tekrar hatırladım. Her şeyden önce, o zamanlar İngilizce bilmediğim için, oyunun adı benim için oyunun komut dosyasının ismi olan "LL" idi. Ayrıca oyuna girmeden önce yaş kontrolu amacı ile oyun 18 yaşından büyüklerin bileceği fakat küçüklerin bilmekte zorlanacağı varsayılan beş tane soruyu doğru cevaplamanızı isterdi. Soruların cevaplarını o zamanlar bilemediğim gibi İngilizce problemi yüzünden soruların ne sorduğunu bile anlayamazdım, her beş on denemede bir kere girebilirdim oyuna. Babam da bu bilgisayarda poker ve Sokoban oynardı. O zamanlar herhangi bir şekilde düşünme gerektiren oyunlar bana hiç çekici gelmediği için Sokoban'ı sevmezdim pek, ama şu an çok severek oynadığım bir oyundur. Bir de Chess Master'ın ilk versiyonlarından biri vardı bu bilgisayarda ama kimse oynamazdı.
![]() | ![]() | ![]() |
![]() | ![]() | ![]() |
Bu bilgisayara bağlı bir de nokta vuruşlu yazıcı vardı babamın raporları yazdırmakta kullandığı. Bu nokta vuruşlu bilgisayarlar sayesinde monitöre ihtiyaç duymadan bilgisayarı kullanabilirdiniz, girmeniz gereken komut şuydu:
command > LPT1
Bu komuttan sonra bilgisayarın normalde ekrana yazacağı her şeyi yazıcı kağıda yazardı. Tabii ki Windows gibi grafik içeren bir programı bu şekilde çalıştıramazdınız ama temel dosya ve dizin işlemlerini rahatlıkla halledebilirdiniz. Bilmeyenler için söyleyeyim, DOS işletim sisteminde siz bir program çalıştırmadığınız sürece herhangi bir grafik veya animasyon yoktur, sadece yazılar vardır. Bir gün bilgisayarın monitöründe bir problem olsun da bu numara ile günü kurtarayım diye çok ümit ettim ama hiç bir zaman işime yaramadı bu bilgi. Yine de ümidimi yitirmiş sayılmam, bir gün hiç beklemediğim bir anda yapabilirim bu numarayı, tabii hala paralel port ile yazıcıya bağlanan bir bilgisayar bulabilirsem. O zamanlar ben ve arkadaşlarım bilgisayarlar ile bu şekil numaralar yapmaya bayılırdık.
Sahip olduğum ilk bilgisayar ilkokul sonunda, anadolu lisesi sınavlarına hazırlanırken veya sınava girdikten sonra alınmıştı. Gerçi o bilgisayara sahip olduğumu söylemem biraz yanıltıcı olabilir; zira bilgisayar sürekli salonda dururdu ve babam evde olmadığında veya evde olup da bilgisayarı kullanmadığında benim kullanmama izin vardı. Babamın muayenehanesindeki bilgisayarı satan bilgisayarcıdan almıştık, gene Best marka. Bu bilgisayarları satan adamın daha sonra devamlı müşterisi olduk, bütün masaüstü bilgisayarlarımızı tek bir istisna ile bu bilgisayarcıdan almışızdır. Bayağı severdik o bilgisayarcıyı, hatta deprem olduğu yaz yanında çırak olarak çalışıyordum. Bilgisayara dönecek olursak, işlemci gene 80286 idi ama sanırım 16 MHz hızında çalışan 286'lardandı. Renkli ekranı vardı. Hafızası da 1 megabayt falan olsa gerek, alındıktan 6 ay ila 1 sene kadar sonra hafızasını 2 megabayta yükseltip bir de fare almıştık ki o sayede Windows 3.1 yükleyebilmiştik bilgisayara. İşletim sistemi olarak DOS 5.0 vardı sanırım; bu bilgisayara daha yüksek bir DOS sürümü kurduğumuzu hatırlamıyorum. DOS ile çalışmayı bazen özlüyorum, bilgisayara program yükledikçe bilgisayarın yavaşlaması diye bir şey yoktu; hatta orjinal oyun veya program satın almamışsanız bilgisayara program yüklemek diye bir şey yoktu. Onun yerine dosyaları ordan oraya kopyalamak vardı. Ayrıca yukardaki yazıcı numarası gibi numaralar yapmaya imkan verirdi. Bilgisayarın sabit diski ise 40 megabaytcıktı. Şimdi düşününce çok komik geliyor ama o zamanlar 40 megabayt yeterdi de artardı bile.
Çok severdim bu bilgisayarı, bilgisayarlar hakkında bildiğim pek çok temel bilgiyi bu bilgisayar başında öğrenmişimdir, her ne kadar o yıllarda bilgisayarlarla oyun oynamak dışında pek bir şey yapmamışsam da. Bilgisayarın içinden çıkan oyunlardan hatırladıklarım o dönemin popüler oyunlarından Prince of Persia ve Gods, Metal Mutant diye bir platform oyunu, Pac-Man türevi CD-Man diye bir oyun; Ski or Die diye sonradan Electronic Arts yapımı olduğunu öğrendiğim kayak, snowboard ve kartopu savaşı gibi çeşitli kış aktivitelerini konu alan bir oyun ve tabii ki unutulmaz Golden Axe. İlkokuldan bir arkadaşım ile Golden Axe oynayarak çok eğlenceli vakitler geçirmişizdir. Night Hunter diye de bir vampircilik oyunu vardı. Sonradan düşündükçe aklıma geliyor, Moonshine Racers diye bir araba yarışı ve Terminator 2'nin platform oyunu da çıkmıştı sanırım. Tabii benim sonradan aldığım oyunlar da olmuştu, en bahsetmeye değer olanları Monkey Island, Simon the Sorcerrer ve Beneath a Steel Sky gibi klasik macera oyunları. İlerde bu ve buna benzer macera oyunları hakkında uzun bir yazı yazasım var. Bir de uzun saatler Back to the Future 2 ve Lemmings 2 oynadığımı hatırlıyorum ama bilgisayarın içinden mi çıkmışlardı, yoksa ben sonradan mı yüklemiştim hiç hatırlamıyorum.
![]() | ![]() | ![]() |
![]() | ![]() | ![]() |
![]() | ![]() | ![]() |
Ortaokula başlayıp PC sahibi üç beş arkadaş edindiğimde ise oyun değiş tokuş etmeye başlamıştık ki belki en az oyunların kendisini oynamak kadar zevkliydi bu değiş tokuş hadisesi. Benim yaşıtlarımın çoğunda ya Commodore 64 ya da Amiga 500 vardı, o yıllarda bilgisayar kullanıyor olup da ilk bilgisayarı PC olan az sayıda bilgisayar kullanıcısından biriyim. Amigacıların çok hareketli bir değiş tokuş trafiği olurdu, ama zamanla biz PC kullanıcılarının da değiş tokuş yaptığı bir topluluk oluştu. İşin kötü yanı ise bu değiş tokuşlar sayesinde bir kişide çıkan bir virüs, er veya geç herkesin bilgisayarına bulaşırdı. O zamanlar bilgisayar virüsleri ile mücadele şimdiki kadar kolay olmadığı için bayağı bir başımızın ağrıdığını hatırlıyorum bu virüsler yüzünden. Toolkit ve F-Prot gibi anti virüs programları favorilerimizdendi, bu bilgisayarımda ve bundan bir sonra alınan bilgisayarda sık sık kullandığımı hatırlıyorum bu programları. Sanırım Norton Anti-Virüs'ün çok ilkel bir versiyonu da vardı ama pek sevmezdik o zamanlar. Daha sonra yeni bilgisayar aldığımızda babam bu bilgisayarı çalıştığı hastaneye götürdü, bir daha da görmedim.
Sıradaki bilgisayar, hayatım boyunca sahip olduğum bilgisayarlar içinde en az bir önceki bilgisayar kadar özel bir yere sahip olan, Orta 2 civarında aldığımız Casper marka 486 DX2-66 işlemcili bilgisayarım. Bu kadar özel olmasının sebebi, ses kartına ve CD okuyucusuna sahip olan ilk bilgisayarım olması. O zamanlar multi-media destekli bilgisayar derdik böyle ses kartı ve CD sürücüsü olan bilgisayarlara. Şimdi bu parçalar bilgisayarın standart parçaları olmaktan öte, CD sürücüler yavaş yavaş kalkmaya başlıyor. Bu bilgisayar ile ilk oynadığım oyun herhalde Doom 2'dir. Sesler ve grafikler karşısında kelimenin tam anlamıyla ağzım açık kalmıştı. Açıkçası, bilgisayarlarla haşır neşir olduğum 15 seneyi aşkın zaman dilimi içerisinde ağzımı bu kadar açık bırakan başka bir bilgisayar da olmadı pek. Bunun sebebi de şudur: Bu bilgisayardan sonra gelen aşağı yukarı bütün yenilikler halihazırda var olan özelliklerin daha hızlısı, daha yüksek kapasitelisi veya daha gelişmişi şeklinde oldu, hala da öyle olmaya devam ediyor. Bu bilgisayarda ise daha önce kullandığım hiç bir bilgisayarımda olmayan ses kartı ve CD sürücüsü gibi iki büyük yenilik vardı. Seneler boyu bilgisayardan "PC Speaker" denen 1 bitlik oldukça ilkel bir birimden çıkan sesler dışında bir ses duymamışken şu zamanın bilgisayarlarının çıkartabildiği seslere yakın sesleri ilk duyduğumuzda yaşadığımız heyecanı varın siz düşünün. Ayrıca CD ile gelen kapasite bolluğu sebebiyle oynadığımız oyunların grafik kalitelerinde patlama olmuştu. Bu bilgisayardan sonra çıkan yenilikler içinde takdire değer az sayıdaki yenilik dizüstü bilgisayarlar ve kablosuz ağ üzerine olan yeniliklerdir bence. Bir de dijital fotoğraf makineleri ile MP3 çalarlar var; ama bunları bilgisayar konusunda bir yenilikten çok, zaten var olan fotoğraf makineleri ve kişisel müzik çalarların (walkman, discman vs.) teknolojiye ayak uydurmuş halleri olarak görüyorum.
Bu bilgisayarda, Creative Sound Blaster 16 ses kartı ve gene Creative marka iki hızlı bir CD okuyucusu vardı. Hazır multimedya paketleri satılırdı, normal bigisayarlara multimedya özellikler kazandırmaya yarayan; bilgisayarcımız da onlardan bir tane almış. Paketin icinden beş tane de oyun CD'si çıkmıştı. Biri meşhur SimCity 2000, biri Star Wars: Rebel Assault, bir diğeri ise grafikleri ile aklımızı başımızdan alan macera oyunu Return to Zork. Kalan iki CD'nin her birinde dörder oyun vardı ama bu oyunlar disket versiyonlarından çok farklı değillerdi. Hatırladıklarım Syndicate, Civilization, Ultima VIII: Pagan, Railroad Tycoon, Strike Commander ve Wing Commander II. Son iki oyunu da internette araştırıp buldum, biri Silent Service II, diğeri Nighthawk F117-A: Stealth Fighter 2.0. Bu son iki oyunu doğru dürüst oynamadığım için hatırlamadığıma şaşırmıyorum. Oyun CD'leri dışında çocuklara yönelik Susam Sokağı tarzı bir CD ve bir de ansiklopedi CD'si çıkmıştı paketten. Fen bilgisi dersinin dönem ödevini yaparken bu ansiklopedi CD'sinden yararlanmıştım. Sonradan aklıma geldi ki bütün bunlara ilave olarak joystick ve mikrofon da çıkmıştı paketin içinden, ikisi de çok kaliteliydi.
Bilgisayarın hafızası aldığımızda 4 megabayttı, sanırım sonradan 8 megabayta yükseltmiştik. Sabit disk kapasitesi 420 megabayttı. 40 megabayt harddiskten 420 megabayta geçtiğimizde başımız dönmüştü, o disk hiç bir zaman dolmayacak zannetmiştik; ama inanır mısınız ki o diski de eninde sonunda doldurmayı başardım. Şu zamana göre ne kadar komik rakamlar, şimdi bakıyorum da şu an kullandığım bilgisayarda sadece Windows klasoru 16.2 gigabayt yer kaplıyor. İşletim sistemi olarak DOS 5.0 veya 6.0 kurulu gelmişti, sonradan sırasıyla 6.2 ve 6.22 versiyonlarına yükseltmiştik sanırım. Bir de yazıcı almıştık bilgisayarın yanında, HP marka mürekkep püskürtmeli bir model.
Bu bilgisayar ile bir ilk daha yaşamıştım ki belki de en önemlisi budur: Bu bilgisayar, modemi olan ve dolayısı ile bir başka bilgisayar ile dosya transferi yapabilen ilk bilgisayarımdı. Bilgisayarı ilk aldığımızda modem yoktu; onu geçtik benim modem denen şeyin varlığından haberim yoktu. Sanırım hafızayı 4 megabayttan 8 megabayta yükselttiğimizde modem de almıştık. 14400 bps hızında bir modemdi, yanı yazılım ile sıkıştırma vesaire olmadan yapabileceği en yüksek transfer saniyede 1.75 kilobayt olan bir modem, şaka gibi. Gerçi deveye sormuşlar boynun neden eğri diye, nerem doğru demiş; bilgisayarın hafızası ne kadar sabit diski ne kadar ki dosya transfer hızı daha yüksek olsun. Bu arada o zamanlar internet diye de bir şey yok, yani aslında var da daha kimsede yok. Bütün dosya transferleri BBS³ denen sistemlerden yapılıyor, adamın birinin evindeki bilgisayara bağlanıyorsunuz yanı uzun lafın kısası. Tabii bunu yaparken de standart tarifeden telefon parası ödüyorsunuz. Benim düzenli bağlandığım BBS'ler arasında İstanbul BBS, Pegasus BBS, Beygir BBS, Doruk BBS, Gece Mavisi BBS ve daha az bilinenlerinden Andromeda BBS ile M BBS vardı. X-Modem, Y-Modem, Z-Modem, Terminate, Hitnet, Node, Bluewave hep bu döneme ait laflardır.
Bir kaç sene sonra bu bilgisayar da bütün bilgisayarların nihai kaderinden kaçamadı ve zamanının gerisinde kaldı. Biz de ilk defa her zaman müşterisi olduğumuz bilgisayarcıdan şaştık ve evimize yakın bir bilgisayarcıdan aldık bir sonraki bilgisayarı. Sanırım bilgisayarcımız o sırada askerde olduğu için yaptık böyle bir şey. Yaptığımıza da bin pişman olduk, bir önceki bilgisayarı kullanmaya devam etsek ve hatta bilgisayarcımız askerden dönene kadar bilgisayarsız idare etsek daha iyiymiş sanırım. Ne beter bir bilgisayardı o be! Aslında önceki yazılarımdan birinde bahsetmiştim bu bilgisayardan, ya da en azından her 15 dakikada bir kilitlendiğinden bahsetmiştim.
Evimizin iki sokak ötesinde bulunan, 2B Bilgisayar ya da ona benzer bir ismi olan bir bilgisayarcıdan almıştık bu sorunlu bilgisayarı. Pentium 133 diyesim geliyor işlemcisine ama yanılıyor olabilirim. Windows 95 kuruluydu. Hafıza ve sabit diski hakkinda ise en ufak bir fikrim yok, herhalde pek hatırlanacak bir bilgisayar olmadığından dolayı bilinçaltım bütün bilgileri bastırmış. Gerçi bu bilgisayardan sonra işlemci, hafıza ve benzeri özelliklere eskisi kadar dikkat etmemeye başladım. Gigabayt mertebesine ilk çıktığımız bilgisayar bu olabilir. Tek net hatırladığım, 28800 bps Boca marka bir harici modemimiz vardı. Onu da hayatımda kullandığım ilk ve tek harici modem olmasından dolayı hatırlıyorum. Sanırım bu bilgisayarın sevdiğim tek yanı bu dönemine göre canavar gibi olan modemiydi.
Dediğim gibi, kullandığımız en problemli bilgisayar buydu. Sürekli kilitleniyor ya da kendi kendine yeniden başlıyordu. Sorun tam olarak nerden kaynaklanıyordu bilmiyorum, kaç kere teknik servise gitti geldi ama değişen bir şey olmadı. Çok büyük ihtimal donanımda bir problem vardı, kilitleniş ve yeniden başlama şekli hafıza problemlerine benziyordu ama kimse bu bilgisayarın sırrını çözemedi. Yeni bir bilgisayar alana kadar da böyle kilitlene kilitlene idare etmiştik.
Bilgisayar geçmişimde bu bilgisayarın tek önemi, internet erişimine sahip ilk bilgisayarımız olmasıdır. Verisoft diye bir firma aracılığı ile bağlanmıştık, şifremiz de "7ba.mx7n" idi hatta. Bir fotoğrafın açılması en az 10-15 saniye sürerdi, büyük fotoğraflar ise dakika bile sürebilirdi. Internet Explorer ve Netscape tarayıcılarını denemiş ve ailemizin tarayıcısının Netscape olmasına karar vermiştik.
Her zamanki bilgisayarcımız askerden döndükten sonra ilk fırsatta sorunlu bilgisayardan kurtulup yeni bir bilgisayar aldık. Sanırım Pentium II 233 MMX olsa gerek. Slot tipinde işlemcilerdendi. Bu slot işlemcileri çok severdim, sonra tekrar niye soket tipine geri dönüldü hiç anlamadım. Artık bu noktada bilgisayarların her türlü teknik özelliğini takip etmeyi iyice bıraktım, sadece "yeterli" ve "yetersiz" gibi sıfatlar ile değerlendirmeye başladım bilgisayarlarımı.
Bu bilgisayar dururken, babam bilgisayarı benimle paylaşmaktan bıktı ve kendine Celeron işlemcili yeni bir bilgisayar aldı. Bu dönem de evde ilk defa birden fazla bilgisayar bulunması açısından önemlidir. Çok geçmeden ethernet kartları, hub ve kablolar edinip evimize ilk bilgisayar ağımızı kurduk. Böylece ağ üzerinden çok kişilik oyun oynama hayallerim de uzun bir zamandan sonra gerçekleşmiş oldu, daha doğrusu gerçekleşmesi için gerkli ortam hazır oldu. Tek problem oyun oynayacak arkadaş bulmaya kalmıştı ki daha önceki yazılarımdan birinde hayatımda bir kardeş sahibi olmamanın eksikliğini ilk olarak Magic: The Gathering oynamaya heves ettiğimde hissetiğimi söylemiştim, ikinci hissedişim de herhalde bu bilgisayar ağını kurduğumuz dönemde meydana gelmiştir. Ama eninde sonunda birilerini bulup saatlerce ağ üzerinden oyun oynadım, en çok da Starcraft ve Diablo 2 oynanmıştır herhalde.
Bu bilgisayarlara sahip olduğumuz sıralar dizüstü bilgisayarlar yaygınlaşmaya başladı ve babam da Amerika'dan gelen bir akraba vasıtasıyla kendine bir tane HP marka dizüstü bilgisayar edindi. Zaten bundan sonra da eve bir tane daha masaüstü bilgisayar alındı, onun dışında hep dizüstü aldık. Hafızasını, işlemcisini gene hatırlamıyorum ama o kadar özelliğin o küçücük alete sığmasına hayran kalmıştım. Bu bilgisayar babamın şahsi bilgisayarı olduğu için o zamanlar kullanmışlığım çok azdır. Yazıda bahsi geçmesinin sebebi ise babamın kendine daha iyi bir dizüstü bilgisayar aldığında bu bilgisayarı bana devretmesi. İlk kullanmaya başladığımda biraz heyecanlanmıştım ama sonradan çok fazla kullanmadım, bilgisayar alışkanlıklarım tamamen masaüstü bilgisayarlar üzerineydi çünkü. Bu bilgisayarın sonu ise maalesef eve giren bir hırsız tarafından çalınmak sureti ile geldi, hayatımda çaldırdığım ilk ve tek bilgisayardır.
Sahip olduğum son masaüstü bilgisayar da herhalde bu hırsızlık olayından kısa bir süre sonra alınmıştır. Gene her zamanki bilgisayarcımızdan aldık, ama bu sefer markası bilgisayarcımızın kendi markası olan GET idi. Marka dediğime de bakmayın, bilgisayar aslında toplama bilgisayar; sadece daha sonra bilgisayarcımız kasanın üzerine bu marka etiketlerinden yapıştırırdı. Hatta ben bilgisayarcımızın yanında çalışırken de çok bilgisayar toplayıp yapıştırmışımdır kasaya söz konusu etiketlerden. Bilgisayarın özelliklerini gene pek hatırlamıyorum ama yeni çıkan ışıklı ve yanlarda fanı olan kasalardan vardı bu alette. Tek hatırladığım özelliği, güçlü bir ekran kartı vardı; bir de LG marka 17 inç monitorü. En sevdiğim parçası monitörüydü bu bilgisayarın. Daha sonra ben Amerika'ya geldiğimde babam bu bilgisayarı Elmalı'daki eve götürdü ve aşağı yukarı üç sene öncesine kadar bu bilgisayar Elmalı'da pek fazla kullanılmadan durdu. Sonradan bu bilgisayarı ihtiyacı olan birine verdik.

Dediğim gibi, bu bilgisayardan sonra alınan bütün bilgisayarlar dizüstü oldu. Kullandığım ikinci, şahsen bana alınmış ilk dizüstü bilgisayarı ise kuzenimin düğünü vesilesiyle Amerika'da bulunduğumuz bir yaz üniversite mezuniyet hediyesi olarak babaannem aldı bana. Markası Toshiba, modeli Sattelite olan bir Tablet PC'ydi bu bilgisayar. Teknolojiye yabancı olanlar için, Tablet PC ekranı dönüp bilgisayarın üzerina kapanabilen ve özel kalemi ile üzerine yazı yazabildiğiniz çeşit bilgisayarlara deniyor. Güzel bilgisayardı ama eşek ölüsü kadar ağırdı maalesef. O yüzden Tablet PC olmasının çok bir hayrını göremedim. Böyle bir özelliği ders çalışırken müsvedde kağıt ihtiyacını ortadan kaldırabilmek için istemiştim ama hem bahsettiğim ağırlık problemi yüzünden, hem de ne zaman ders çalışmak için bilgisayarı açsam kısa bir süre sonra kendimi oyun oynar vaziyette bulmam sebebiyle bunun pek iyi bir fikir olmadığı ortaya çıktı. Zaten sonradan hiç bir zaman boş kağıtları müsvedde olarak kullanmadığımı, her zaman kullanılmış kağıtların arkalarını falan kullandığımı; dolayısıyla yeni kağıt israf etmediğimi fark edip bu bilgisayara yazma işinin gereksiz olduğuna karar verdim. Toplamda 2 seneye yakın kullandım bu bilgisayarı. Daha sonra, babam vefat ettiğinde babamın bilgisayarını kendime alıp bunu anneme verdim. Şu an halen annem tarafından Tablet PC özelliklerinden bihaber bir şekilde kullanılmakta.
Babamdan miras kalan bilgisayar Acer marka, 17 veya 17.3 inç ekranlı, büyükçe bir bilgisayardı. Hayatımda kullandığım ilk ve tek AMD işlemcili bilgisayar bu oldu. Ben de bu bilgisayarın özellikleri benim Toshiba'dan daha iyi olduğu için, biraz da babamın hatırasından dolayı bu bilgisayarı kullanmaya başladım. Babam büyük hevesle almıştı bu bilgisayarı ama maalesef bir sene bile kullanmak nasip olmadı, daha taksitleri bile bitmemişti bilgisayarı kendime aldığımda.
Bu bilgisayarın hatırladığım tek önemli özelliği Acer tarafından geliştirilen "CrystalBrite" veya ona benzer bir teknoloji sayesinde cam gibi parlayan ekranı. Kullandığım bütün dizüstü bilgisayarlar içinde en büyük ekrana sahip olan bilgisayar budur, mesela bu bilgisayar ile yatakta film izlemek çok zevkli olurdu. Öte yandan, ekranın büyük olması maalesef bilgisayarın da büyük olması anlamına geldiği için bu bilgisayarı da sağa sola götürmek pek kolay olmazdı. Terminolojide "desktop replacement" diye geçen, masaüstü bilgisayar özelliklerinin aynısına veya çok yakınına sahip olduğu için ayrıca masaüstü bilgisayar sahibi olma ihtiyacını ortadan kaldıran bilgisayarlardandı bu. Benim için teşkil ettiği önem ise şuydu, bu bilgisayar Linux ile işlettiğim ilk bilgisayarımdı. Kullanmaya başladıktan bir kaç ay sonra Windows'un saçmalıklarından bıkıp Ubuntu kurdum. Daha önce de kullandığım bilgisayarlara Linux kurduğum olmuştu, ama ana işletim sistemi olarak hiç Linux kullanmamıştım. Gerçi sürücünün ufak bir bölümüne gene Windows XP kurmuştum oyun oynamak ve belli programları çalıştırmak için, sorunsuz bir şekilde kullandım bilgisayarı bu iki işletim sistemi ile. Sonradan da fark ettim ki, bilgisayarı gittikçe daha az ve daha az XP ile kullanmaya başlamışım.
Bu bilgisayarı kullandığım sıralar, özellikle aldığım ve verdiğim dersler için çok fazla yazı yazmak gerektiği bir dönem sağa sola götürebileceğim daha ufak bir bilgisayar alma ihtiyacı ortaya çıktı. Windows ile aram bozuk olduğu için seçimimi Macintosh bilgisayarlardan yana kullandım. Türkiye'dekyen neredeyse hiç bir alakam olmamıştı Macintoshlarla, ama Amerika'ya geldiğimde her yerde karşıma çıkmaya başladılar. Hayatımda ilk defa okulun kütüphanesinde Windows makinaların aşırı uzun süren açılmalarını beklemekten bıkınca kullandım. Sonradan zaten butun Macintoshların dolu olduğu zamanlar hariç bir daha da Windows bilgisayarların yüzüne bakmadım. Daha sonra en yakın arkadaşıma Amerika'dan bir tane MacBook götürdüm. Böyle böyle ilgilenmeye başladım Macintoshlara, gerçi uzun süredir iPod kullandığım için ayrı bir sempati duymaya başlamıştım bu aletlere. Dolayısıyla yeni bir bilgisayar alma fikri ortaya çıkınca ilk aklıma gelen arkadaşıma götürdüğüm MacBook'lardan bir tane de kendime almak oldu, öyle de yaptım. Bilgisayar ve elektronik aletler terminolojisinde "refurbished" olarak geçen; daha önce herhangi bir sebepten iade edilmiş, varsa sorunları düzeltildikten sonra fabrikada temizlenmiş ve orjinal haline getirilmiş bir bilgisayar almaktan yana kulandım seçimimi.
Sıfır bilgisayarlara kıyasla bir kaç yüz dolar daha az para ödedim, ama bilgisayarın daha önce kullanıldığına dair en ufak bir delil bulamadım, hiç bir sorun da yaşamadım. Bu bilgisayar çok da hafif değildi aslında ama 17 küsür inçlik Acer'a kıyasla çok daha rahat taşınabiliyordu. O sıralar kafe veya kütüphane gibi internet erişimi olan mekanlara gidip saatlerce ders çalışabiliyordum bu bilgisayar sayesinde. Macintosh bilgisayarların işletim sistemi olan Mac Os X yüklüydü bu bilgisayarda. İstediğiniz bölümünü istediğiniz gibi değiştirebildiğiniz Linux sistemlerden sonra Mac OS X biraz garip geliyor, mesela bilgisayarın her açıldığında ses çıkarmasını engellemek için bile bir program yüklediğimi hatırlarım MacBook'a; ama sonuçta her şey çalışması gerektiği gibi çalışıyor olduktan sonra işletim sisteminin özelleştirilemez olması pek büyük bir problem yaratmamıştı bana. Sahip olduğum dizüstü bilgisayarlar arasında en sevdiğim buydu diyebilirim rahatlıkla.

Bu iki bilgisayardan sonra bilgisayarsız idare ettiğim kısa bir dönem oldu. Yeni bilgisayar almaya karar verdiğimde ise şu an kullandığım Sony VAIO marka bir bilgisayar aldım. Bilgisayar elimin altında olduğu için özelliklerini yazabilirim: Intel i5 işlemcili, 4 gigabayt hafızalı, 500 gigabayt sabit diskli bir alet. Ekran kartı maalesef pek kuvvetli değil, Starcraft 2'yi en düşük detay seviyesinde bile çalıştırsanız bazen bilgisayarın zorlandığı oluyor. Vaktiyle ağır ve büyük bilgisayarlardan çok çektiğim için bilgisayarın ufak ve hafif olmasına özen gösterdim, ekranı 13.3 inç. ve ağırlığı 2 kilodan biraz daha az. O kadar laf söylememe ramen Windows'a son bir şans daha vermeye karar verdim, bilgisayarda Windows 7 kurulu. Eğer Windows'un gözümdeki imajı düzelmezse, bundan sonra bir daha oyun oynamak hariç Windows kullanmayacağım.
İşte hayatım boyunca kullandığım bilgisayarların detaylı bir listesi. Şu haliyle son 20 yılda bilgisayarların nerden nereye geldiğini gösteren bir yazı oldu ister istemez. Unuttuğum pek çok şey vardır muhakkak ama en önemli noktaları yazdığıma inanıyorum. Düşündükçe ve hatırlamaya çalıştıkça acı tatlı pek çok hatırayı tekrar yaşayıp bir nevi zamanda yolculuk yapma imkanı buldum bu yazı sayesinde. Umarım siz de okurken eğlenmişsinizdir. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
¹Blackberry'lerdeki tuğla kırmaca oyununun ilk versiyonu.
²Ufak bir araştırma sonrasında gördüm ki, dediğim gibi 16 kilobayt hafızası varmış.
³Bilgisayarlı Bilgi Sistemi veya Bulletin Board System.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder