29 Haziran 2012 Cuma

Uzak

Uzunca bir aradan sonra tekrar merhaba sevgili okuyucu... Artık biraz klişe oldu bu "uzunca bir ara" meselesi, ama anlaşılan bu sayfanin tarzı böyle olacak. Ne oldu da tekrar yazacağın tuttu diye mi sordunuz? Nuri Bilge Ceylan'ın "Uzak" isimli filmini izledim ve hazır film aklımda tazeyken üç beş satır bir şeyler yazayım dedim. En başından da şunu söyleyeyim, filmi izlememişseniz ve izlemeyi düşünüyorsanız yazının kalanını okumayın, bayağı bir detaya girmeyi planlıyorum çünkü. Ayrıca filmi izlememişseniz ve izlemeyi düşünmüyorsanız da izlemeyi düşünün derim.

Bu filme Netflix'te "Acaba burda Türk filmi var mıdır?" diye merak edip yaptığım bir arama sonucunda denk geldim. Netflix'te filmin açıklaması olarak "Boşanmış bir fotoğrafçı olan Mahmut, saftrik kuzeni Yusuf'un iş ararken bir süre yanında kalmasına razı olur ve olaylar gelişir" gibisinden bir şeyler yazıyor. Benim açıklamam ise şöyle: Her biri kendi dünyasına, kendi dertlerine gömülüp gitmiş iki karakterin yollarının kesişmesi sonucu başlayan; yavaş yavaş çatışmaya dönüşen ve en sonunda düşmanlığa kadar tırmanarak kesilip atılan bir ilişki konu edilmiş bu filmde.

Filmin her şeyinden önce ismine dikkat çekmek istiyorum. Yusuf uzaktan akraba, uzaklardan geliyor, Mahmut'u kendine uzak buluyor, yapmayı ümit ettiği işin uzak bir hayal olduğunu fark ediyor, Mahmut'un eski eşi uzaklara gidiyor, vesaire vesaire... Uzun lafın kısası bu isim bu filme güzel oturmuş.

Nesini sevdim bu filmin? Filmlerde konuya takılıp kalmak yerine filmin atmosferine ve görselliğine dikkat ederim (bu huyu Bill Murray'in oynadığı "Lost in Translation" filminden sonra edindiğimi söyleyebilirim, ayrıca bu yüzden "The Fountain" isimli film benim için ilk üçtedir). Bu filmin karanlık havasını oldukça sevdim. Karıyla, fırtınasıyla, yağmuruyla; karamsar, sorunlu ve tutunmaya çalışan karakterleriyle karanlık kelimesinin her hakkını veriyor. Üstüne filmin geçtiği mekanlar da üç aşağı beş yukarı benim çocukluğumun tamamının ve gençliğimin bir kısmının geçtiği mekanlar olunca daha da fazla etkilendim. Bir de tabii son zamanlarda sürekli Hollywood yapımı fantastik filmleri izlediğim için bu realist çalışma bana oldukça değişik geldi.

Filmin sevdiğim bir diğer tarafı da sonunda izleyenin kafasında bıraktığı soru işaretleri oldu. En bariz "Yusuf'a ne oldu?" diye sorulabilir. Gemici olup ülke ülke gezebildi mi? Pek olası değil. Peki ya pes edip köyüne mi döndü? Filmde geçen bir diyaloğu hatırlayacak olursak o da düşük bir ihtimal. Belki o takip ettiği ve başkası ile görüp yıkıldığı kızı alıp uzaklara gitmiştir, belki de gemiciler kıraathanesinde karın tokluğuna bir iş bulmuştur. Peki ya Mahmut'a ne oldu? Yusuf'tan önceki hayatına kaldığı yerden devam mı etti? Eski karısını bir daha görebildi mi? Annesi iyileşti mi? Sigarayı bırakabildi mi?

Yazıma son verip uzunca bir aradan sonra tekrar yazmaya başlamadan bir kaç soru işareti de ben bırakayım aklınızda: Orda sen olsan okuyucu, ne yapardın? Sen onca işin arasında unutmaz mıydın uzaktan akrabanın geleceğini? O köstekli saati bulunca hatanı kabul edip özür dileyebilir miydin? Gelecek kaygısı, geçim sıkıntısı içinde yuvarlanırken evin düzenine temizliğine dikkat edebilir miydin misafir olduğun evde? Sen yapardın belki ama onlar yapamadı, ben de bu yazıdan güzelini yazamadım... Elimizde olanla yetineceğiz mecburen. Kal sağlıcakla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder